SIK DALLAR ARASINDA AV

Küçük saçmalarla yapılan avlar arasında belki de en zor olanı; neredeyse sihirbazlık sınırlarını zorlayan atışlar. Bu avda beklenmedik ve ani sürprizler karşısında teknik ve psikolojik olarak hazırlanmış, sinirleri sağlam avcılar öne çıkar.

Akıllı silahlar çağında yaşadığımız bir gerçek: Hedefin vücut ısısını saptayarak ona otomatik olarak kilitlenen güdümlü füzeler, sonar verilerini okuyan bilgisayarlı torpiller, hedefi şaşması neredeyse imkansız olan lazer güdümlü bombalar, radara bağlı döner namlulu top sistemleri, joystick ile kumanda edilen roketler, hareket sensörlü ve kızıl ötesi ışınlı yer saptama sistemleri ve daha niceleri. Ama biz şimdi bunları bir yana bırakalım ve gerçek silahlarla yapılan gerçek avlardan bahsedelim. İlk kez ava çıkıp, ilk avını vuran avcının attığı sevinç narası, insanın alış verişe çıkmak gibi bir alışkanlığı olmadığı devirlerden, yani kendi yiyeceğini kendi sağladığı dönemlerden kalma ve işte o devirlerden beri geliştirilen en mükemmel avlanma aracı, bugün halâ birkaç iyileştirme ve geliştirme dışında temel özelliklerini koruyan tüfek olmaya devam ediyor. İşte o tüfek bile ancak kullanıcısının elinde ve yerinde kullanıldığı zaman “akıllı” bir silah olabiliyor.

Yeteneğin önemi

“Şimdiki zamanlar” kavramının dışına çıkıp, transistor, diot, çip, elektronik hafıza kartı gibi işimizi kolaylaştıran bir sürü teknolojik aygıtın var olmadığı bir ortam hayal edelim. İşte böyle bir durumda av silahının, yani tüfeğin, motoru da, gövdesi de, elektronik beyni de onu elinde tutan avcı-atıcıdır. O zaman avcının yeteneği ve deneyiminin kazandırdığı artılar öne çıkar.

Bir avcının temel niteliklerini belirleyen iki önemli faktör içgüdü (insiyak) ve değerlendirme kapasitesinden oluşur. İçgüdü mutlak anlamda tanımlanabilen bir yetenek olmamakla birlikte, her halükârda zamanla keşfedilir ve ortaya çıkarılabilir. Diğer ruhsal-davranışsal özelliklerin örtüsü altında gizlenmiş olan içgüdü yeteneği, çoğu kez içimizden gelen “içindeki avcıyı keşfet ve özgür bırak” sesini izleyerek keşfettiğimiz ve ortaya çıkardığımız bir özelliğe dönüşür. Bu yeteneğe az ya da çok sahip olan avcının farkı tartışılmaz şekilde ortaya çıkar.

Değerlendirme yeteneği ise, hem çok önemli teorik bir çalışmanın ürünüdür, hem de zamanla uygulama ve pratik sonucu gelişen, doğuştan “arızalı” yönlerimizin düzeltilmesiyle geliştirilen ve giderek alışkanlık kazandığımız bir yetenektir. Nitekim değerlendirme yeteneği geliştikçe, av sırasında farklı uyarılara verdiğimiz tepkileri, stres anındaki davranışları kontrol edebilme kapasitemiz de gelişir.

Evet, dediğimiz gibi, içgüdüsel yeteneğin geliştirilmesi bir noktaya kadar elimizdedir ve en fazla bu yeteneği geliştirmek için sahip olduğumuz diğer bazı alışkanlıkları “bastırmamız” gerekebilir. Bunu bazen uzun yıllar avcılık veya sportif atıcılık yapmış kimselerde görürüz. Av sırasında geliştiremedikleri bazı özelliklerini poligonlarda plaklara ateş ederek geliştirirler. Nitekim, çocukluğundan beri ava gidenlere nispeten, avcılığa geç başlamasına rağmen aradaki farkı poligonlarda çalışarak kapatanlar çoktur. Çünkü bazen avcılığa çocuk yaşta başlamasına rağmen gereken teknik hazırlık ve gelişim evrelerinden geçmeyen çok avcı vardır. Bu nedenle çoğu kez bazı yönleri eksik kalan, bir takım eksiklerini gideremeyenler çok sayıdadır ve bu kişilerin yaşları ilerledikçe bu açıklıklarını kapatma, bazı alışkanlıklarını terk etme ve bazı teknikleri kazanma becerileri giderek körleşir. Dolayısıyla, farklı av türlerine yatkınlık kazanmak, içgüdüsel yeteneklerimizi geliştirmek ve bilinçli avcı olmak için (deneme yanılma yöntemine de yer vermekle birlikte) teorik konular üzerinde de sıkı çalışmamız şarttır. Bir av seansında karşımıza çıkabilecek sürpriz durumlar çoktur, ama birçoğunun önlemi alınabilir. Aynı şey belli bir avcılık türü için de geçerlidir. Bir avcı hayatı boyunca kuşkusuz farklı av türleri deneyecek, bazılarından daha çok, bazılarından daha az keyif alacak, her birinde karşılaşacağı bir yığın farklılık ve sürpriz olacak, bu nedenler hazırlıklı olmayı asla göz ardı etmeyecektir.

Üç atış tekniği

Her birinde farklı senaryolar, değişik ortamlar ve yerine göre başvuracağımız balistik çeşitlemeler söz konusu olsa da, eninde sonunda atıcılıkta karşımıza çıkacak olan üç farklı temel tekniktir. Bunlar sadece özel bazı deneyimler ve gereklilikler neticesinde değil, doğuştan edindiğimiz bazı yeteneklerle de belirlenir ve her birimiz birini daha az birini daha fazla denesek de, sonunda bir tanesini tercih ederiz, çünkü ya daha çok hoşumuza gitmiştir, ya da daha fazla verimli olmuştur. Önce hareketli hedefe yapılan ve ön verek atış, ya da önlemeli atış olarak anılan, yani kaçan avın önüne doğru yapılan atış türünden bahsedelim. Bu atışta tüfek, atılacak hayvan fark edildiği anda ona doğru yönlendirilerek yapılır. Gözler hedeften bir an bile ayrılmaz, tüfeğin nişan hattı ise hayvan daha fark edildiği anda onun kaçış yönünde olacak şekilde gerektiği kadar önüne geçilir. Gövde ve kolların hareketi durdurulmaksızın (swing) tetiğe basılır.

İkinci teknik süpürme tekniği veya ava refakat (eşlik etme) tekniği olarak anılır. Atış aynen üstte bahsettiğimiz şekilde yapılır, ama farkı şuradadır: Kaçan veya uçan hayvan tüfeğin nişan hattıyla izlenir, ama bu izleme hayvan profilinin önüne geçerek değil bir çok az arkasında kalarak yapılır ve hayalimizde kaçış yönü canlandırıldıktan (ya da tahmin edildikten) sonra son anda yapılan hesaplamayla nişan hattı avın önüne geçirilir ve tetiğe basılır.

Bu “üçlünün” sonuncusu ise içgüdüsel yetenekleri, yani sezgileri kuvvetli avcıların tercih ettiği içgüdüsel (spot) atış tekniğidir: Bu teknikte atılacak av hayvanı görülür, silah düşük vaziyette tutularak izlenir ve aniden, nişan almadan, silahı hayvanın saçmalarla buluşacağı noktaya yöneltmek suretiyle tetiğe basılır. İşte dallarla ya da sık-gür yüksek çalılarla kaplı alanlarda yapılan avda özellikle ele alacağımız teknik bu. Eğer ince sık ağaçların, birbirine geçmiş dalların arasında elimizde saçma atan bir tüfekle avlanıyor isek, biz yüzde 110 av köpeğiyle avlanan bir avcıyızdır ve köpeğimiz de yüzde 80 ferma köpeğidir. Geriye kalan yüzde yirmi ise springer, cocker veya nadiren retriever cinsi köpeklerden oluşur.

Bu tip avda avlayacağımız hayvan türü ikiyi, en fazla üçü geçmez. Yani sırasıyla sayacak olursak, sülün, çulluk (özellikle Alpler bölgesindeki dağ çullukları) ve bazı yaban tavşanı türleri (bu av türünde havaya veya yere doğru ateş etmişsiniz, pek bir şey fark etmez). Bu arada şunu hatırlatalım ki, bu av teknikleri ile bu av hayvanı türlerinin hepsi de her halükarda bizi ormanlık alanlarda uzun mesafeli yürüyüşlere zorlayacaktır. Bu da daha en baştan bazı seçimleri doğru yapmamız gerektiği anlamını taşımaktadır: Seçeceğimiz tüfek her şeyden önce mümkün mertebe hafif, kısa (namlu olarak) ve yakın mesafeli atışlara uygun açık şok tüpleriyle donatılmış olmalıdır. Eğer bir de bu tip avın gereği kafası havada ve her iki gözü açık ateş edecek avcıya uygun özelliklere göre tasarlanmış bir tüfek ise, her şey yolunda demektir.

Sülünler, çulluklar, tavşanlar

Bu tip avlarda çoğu kez köpeğin (fermayla veya diğer belirtilerle ) hayvanın mevcudiyetine dair işaret vermesinden sonra ateş edilmesi herhangi bir avantaj getirmez, hatta eyleme geçmeye çok yaklaşmış olmanın verdiği heyecan çoğu kez hareketlerin gergin olarak yapılmasına yol açar.

Doğrusunu söylemek gerekirse bazen, başka taraflarla meşgul olduğun bir anda üç-dört metre önünde çalılardan kalkan bir çulluğa tamamen içgüdüsel olarak hesapsız kitapsız ateş etmen de fazla bir fayda sağlamaz. Bu olasılıklardan ilkinde düşünmek için biraz fazla zamanın olması gibi bir risk vardır, ikinci durumda ise düşünecek zamanın çok azdır ve her ikisi de ıskalaman için yeterli olur.

Peki o zaman ne yapmalı? Bir kere eğer mümkünse yere sağlam basmalısınız. Konumunuz, aldığınız pozisyon mümkün mertebe atışa uygun olmalı, yani sülün ya da çulluk avcıyla köpek arasında, minare gibi bir yukarı kalkışın (özellikle çulluklarda) gerçekleşebileceği konumda bulunmalıdır.

Bu av türünde avın görüldüğü anda hiç tereddütsüz şekilde ve anında ateş etmeli, asla, ama asla daha iyi atış fırsatı bulurum düşüncesiyle beklenmemelidir; zira o fırsat gelmez. Sülün fazla çevik bir hayvan değildir, ama hemen hızlanmaya başlar ve hızı katlanarak artar. Çulluk, bir bakarsınız pır-pır kanat sesleri, bir bakarsınız kayboluvermiş. Hareketlerini okumaya başladığınız anda gözden kaybedersiniz. Yaban tavşanının da farklı davrandığını söyleyemeyiz (ama bu durumda ondan önce köpeği vurma riskinin altını hemen çizelim!). Kısaca, sizi çevreleyen dallara fazla takılmaksızın ve tam nişan almak için çabalamaksızın, iç güdünüzle belirleyeceğiniz kaçış hattına veya kanat çırpıntısına (sese) doğru, fazla telaşa veya coşkuya kapılmadan, ama hızın dozunu iyi ayarlayarak “kararlılıkla” tetiğe basmanız gerekiyor.

Durup bakayım dediğin anda kaybedersin. Çantamıza ve sonra da soframıza giren hayvanların hepsinin uçarken veya kaçarken tüylerinin, kanatlarının, renklerinin güzelliğini, parlaklığını fark etmeden atış yaptığımızı aklımızdan çıkarmamalıyız. Çünkü onları hiçbir zaman bir hedef olarak görmedik; atışı yapmamızdan bir salise önce sadece karma bir görüntüden ibarettiler. Dolayısıyla fark ettiğimiz anda durum değerlendirmesi yapma şansımız, daha iyi bir pozisyon yakalayabilir miyiz diye düşünme ve umut etme zamanımız yoktur. Etrafımız dallarla çevrili ya da değil, gördüğümüz veya fark ettiğimiz anda atış kaçınılmaz. Hatta kısa mesafeden atışlarda çoğu kez iri dallar saçmaların yolunu kesse de, atış dinamiğini dikkate alırsak, bazen küçük ve ince dalların saçma dağılımını olumlu yönde etkilediği, veya çarparak sıçrama neticesinde saçma yönünü değiştirerek umulmadık şekilde isabet sağladığı vakidir.

İster önleme ( ön verme) tekniğiyle, ister süpürme (swing) tekniğiyle ateş eden bir atıcı olun, yerine göre bu alışkanlığınızdan kurtulmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Ormanda düşünerek, nişan alarak yapılan atış, çok nadiren karşılaşılan şanslı durumlar dışında, bir işe yaramaz.

Sık dallar arasından havalanma

Burada sülüne özel bir paragraf açmamız gerekiyor, zira fizyolojisi gereği bu kanatlı, çulluklarda görülenin aksine ani ve şiddetli dönüşler gerçekleştirmeden düz bir yörüngeyi izleyerek havalanır. Köpeğin önünde havalanan sülünün birden hızlandığını ve bizden habersiz üzerimize doğru geldiğini görürüz; ama sağımıza ya da solumuza doğru yönelir. Sık dallar veya çalılar arasındayız ve bu durumda hedefe yönelerek ani-refleksel atış yapmak neredeyse olanaksızdır. Önleme atışı mı, süpürme atışı mı yapmalıyız? Yoksa ikisinin bir karışımı mı? Karar vermemiz için sülünün bize bir salise zaman tanıması lazım. Onu izleriz, yine izleriz ve tetiğe basarız; ama atışı onu son gördüğümüz noktaya doğru değil (o zaman kesinlikle 3-4 metre ilerisine veya altına düşer), henüz varmamış olduğu noktaya doğru yaparız. Yani çizdiği uçuş hattı üzerinde onu arkasında gözden son kaybettiğimiz dal kümesinin hemen bir sonrasında yer alan açıklığa-boşluğa ateş ederiz. Son derece zor, en deneyimli avcıların yapacağı bir atış, hatta çılgın bir deneme. Ama 10 seferinden 9 tanesinde isabet sağlar. Neden? Biraz düşünecek olursak bu soruya yanıt buluruz. Yerinden havalanan bir sülün saatte yaklaşık 50-60 km süratle uçar, yani saniyede yaklaşık 8-12 metre mesafe kaydeder. Kendi reaksiyon süremiz ile, (ortalama hızı saniyede 300 metre civarında olacak) fişeğin ateşlenmesini sağlayan mekanik-kimyasal-fiziksel reaksiyon zamanlarını hesaplarsak, bunların toplamı da saniyenin yüzde 65’i kadardır. Bu durumda, bu tür bir av hayvanına yapılacak önleme atışının aynen bir ördek veya yaban güvercininde olduğu gibi önemli bir avansla, yani bir hayli önüne atılması gerekir. Bu avansı sadece gözlerimizle değil, yılları oluşturduğu “deneyimimiz” ile de belirleriz.

Çalılardan sıçrayan tavşan

Ormanda ferma yapan köpeğimizin önünde dallar arasından sıçrayıveren bir yaban tavşanı da sıkça karşılaşılan bir durumdur. Burada yapılacak atış, bütün değişkenleriyle birlikte asla klasik bir tavşan atışı olmayacaktır. Kuşlara yapılan önleme veya süpürme atışına göre bunun en önemli farkı aşağı yönde yapılmasıdır. Bu da saçmalarla tavşanın arasına sadece dalların ve çalıların değil, aynı zamanda köpeklerimizin veya av arkadaşlarımızın girmesi riskini de beraberinde getirecektir. O nedenle büyük dikkat gerektirir!

Aslında teorik olarak bu atışın zor olmaması gerekse de, hem tavşanın hiç beklenmedik şekilde çalılar arasından fırlaması (zira hiçbir ferma veya in köpeği spesifik olarak tavşana göre eğitilmiş değildir), hem de etrafta köpeğin ve diğer avcıların bulunmasından kaynaklanan tedirginlik, bazen bu atışı istediğiniz gibi yapmanıza engel olur. Hataları sınırlamak için neler yapılabilir? Küçük bir ayrıntı: Tavşan kaçarken içgüdüsel olarak ya çalılıkların arasına girmeye, ya da topraktaki engebelerin arkasına geçmeye çalışacaktır. Dolayısıyla o an içinde bulunulan arazinin yapısını gözlemlemek, bazı özelliklerini tespit etmek yararlı olacaktır. Örneğin yörüngemizde çukurlar ya da sık çalılıklar varsa, tavşanın kendini ilk atacağı yer orasıdır. Fark ettiğinizde direkt üzerine atış yapmanız kesin karavana sonucu doğurur. Dolayısıyla namluyu kaçacağı yönde bulunan çukurluk ya da çalılık alana doğru tutmak ve belli bir avansla kaçış yönüne doğru atış yapmak güzel bir yahni hazırlayabilmek için 10 üzerinden 9 keresinde işe yarar.

Antrenman

Orman veya sık çalılıklar içinde hareketli hedefe saçma tüfeğiyle ateş etmek, açıktır ki sadece nişan alarak yapılan atışların yanı sıra, hedefe aniden yönelip içgüdü ve sezgilerini kullanan, hedefi çift gözle izledikten sonra da belli kurallara göre atışını yapan avcılara başarılı sonuçlar getirebilir. Bu atışlar kafa yukarı kalkık ve her iki göz açıkken, hedefin boyutlarını, uzaklığını, hareket hızını ve kaçış yönünü anlık gözlemleme ve değerlendirme sonucunda önleme mesafesini ayarlayarak yapılan atışlardır. Hepsi son derece dinamik, hızlı ve akıcı dönüşlerle yapılan bu atışlar, atış sonrasında da kesintiye uğramaz. Peki normal avcılık deneyimleri dışında bu tip atışlara alışkanlık kazanmamızı sağlayacak uygulamalar mevcut mu? Evet, sık dallar ve çalılıklarla kaplı ormanlık alanlarda yapay hedeflere yapılacak atış antrenmanları işe yarayabilir. Bazı avcıların açık poligonlarda ve av parkurlarında antrenman yaptıklarını, bütün istasyonları tamamlamak yerine belli bir istasyon seçerek aynı plağa gözleri kapalı durumdayken yönelip, tabağın fırlatılmasından sonra içlerinden sayarak, plak havadayken gözlerini açıp atış yaptıklarını biliyorum (poligon veya parkurların nispeten tenha olduğu saatlerde). Bu şekilde gözler önce kapalı pozisyon alıp, belli bir süre sonra açılarak defalarca yapılan atışlar reaksiyon sürelerinin otomatik hale getirilmesini sağlıyor.

Diğer bir antrenman şekli, görme özürlülerin taktığı türden çok koyu camlı güneş gözlükleriyle yine açık poligon ve av parkurlarında yapılan atışlar. Aynı istasyondan her bir yöne 10’ar atış yaparak aynen sık bir ormandaymış gibi derinlik ve uzaklık değerlendirmelerini yapma alışkanlığı kazandıran bu antrenman aslında bir simülasyondan ibaret. Nitekim ormanda da çoğu kez havalanan hayvanı zayıf ışık ortamında ve dallar arasından göz ucundan görürüz ve yeterli derinlik- uzaklık değerlendirmesi yapamadığımızdan önleme atışı hep gecikmeli olur (1000 atıştan 999 tanesinde çok az geride kalarak ıskalarız).

Skeet: Bu antrenman ise keyifli bir şekilde reaksiyon sürelerini hızlandırmamıza yardımcı olur (benim en fazla keyif aldığım antrenman türü).

Trap ise fazla fayda sağlamayacak bir antrenman tipidir. Ayrıca unutmamamız gerekir ki, antrenmanı başka tüfekle yapıp, ava başka tüfekle çıkmanın sağlayacağı yarar da çok sınırlı olacaktır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here