Site icon Tabanca ve Tüfek

Sabretmeyi Bileceksin!

Ne demişler “Kırk gün taban eti, bir gün yaban eti”.

Sabır avcılığın önemli unsurlarından biridir. Özellikle Domuz avında gerçekten sabırlı olmak gerekir. Ayrıca sabırlı olmak kadar özellikle bek avlarında sessizlik ve tam konsantrasyon da çok önemlidir. Buna rağmen hemen her domuz postasında illaki bu tutarlılığı gösteremeyen avcı arkadaşlar maalesef hep olmakta. Bek yerinde bir ileri bir geri dolaşanı mı ararsın, sigarasını tüttüreni mi ararsın ya da akıllı (!) telefonu ile sosyal alem muhabbeti yapanı mı ararsın. Sonra da domuzu atlatınca hayretlere düşmek de cabası bu arkadaşlarda.

Oysaki domuz doğadaki aykırı sesleri çok iyi duyar, aykırı kokuları çok iyi alır ve ona göre de kaçış yolunu çok zekice planlar. Her zaman derim kamufle olmak sadece kıyafetle olmaz. Ortamın bir parçası gibi de durmak gereklidir. Bunun içinde gerçekten sabır taşı olmak lazım. Sessiz sakin ve kıpırdamaksızın durmak ciddi sabır işidir. Avı ve avcılığı ciddiye almak da her yiğidin harcı değil maalesef. Ben bekte beklerken haykacılar daha köpekleri salıp işe koyulmadan önce bek yerini iyice gözlemleyip geçit yerine göre konumumu iyi belirlerim. Akabinde yerdeki ses çıkarabilecek kurumuş yaprak ve dal parçalarını olabildiğince ayaklarımın altından temizlerim. Sonrasında ise tüfeğim hazır halde kulağım tamamen doğanın doğal seslerine, gözlerimde kendi alanıma odaklanmış şekilde neredeyse hiç kıpırdamadan dururum.

Bir taraftan arıların, sineklerin vızıltılarını, kuşların kanat çırpışını ve cıvıltılarını, rüzgarın sesini ve hatta ağaçlardan düşen yaprakların çıkardığı sesi bile huşu içinde dinlerken diğer taraftan da pür dikkat etrafı gözlemler ve hareket eden her şeyi ayırt etmeye çalışırım. Bir keresinde benimle birlikte bek yerinde bekleyen bir arkadaşım yanındaki fotoğraf makinesi ile dakikalarca kıpırdamadan durup köpeklerin seslerini duyunca sadece el işaretleri ile iletişim kurup tam konsantrasyon hazırda bekleyişimin videosunu çekmişti. Bir ara flaş belleğe yüklediği görüntüleri verince ev deki TV’ye takıp eşime de seyrettirmiştim. Dakikalarca sabit kıpırdamaksızın sessizce durup köpeklerin seslerine verdiğim tepkileri seyrettikten sonra şöyle demişti; Hiç akıllı işi değil yaptığınız.


Tatlı Su Olta Balıkçığında Turna Avı Bir Başkadır.

Hem kara avcılığı hem tuzlu su hem de tatlı su avcılığı yapmaktayım. Sezon boyunca hemen her hafta sonu ya da tatilde mümkün olduğunca arkadaşlarımla muhakkak ava çıkarım. Çok keyif aldığım avlardan biri de Terkos gölünde Turna balığı avıdır. Sadece olta ile gölde gerek at-çek ya da kayıkta sırtı çekerek avlanmak ayrı bir keyif. Sonrasında odun ateşinde kızgın yağda pişirip afiyetle mideye indirmek ise (yanında gerekli içeceklerle) daha ayrı bir keyiftir. Özellikle sırtı çekerken misinayı doğru uzunlukta bırakmak gerekli. Derin yerlerde 50-60 metre bırakabilecekken, sığ yerlerde 25-30 metre bırakmak yeterli olur. Ayrıca maket balık genel adıyla rapala seçimi de çok önemlidir. Açık güneşli hava da hangisi kapalı havada hangisi iş yapıyor bileceksin. Aşırı aşındığında paraya kıyıp yenisi ile değiştireceksin. Çünkü rapala çalışırken çıkan ışık parlamalarının düzenli olması gerekir.

Hem suya sürtünmeden hem de ağzındaki 700 diş ile Turna saldırılarına maruz kalan rapala zamanla çizikler içinde kalır. Bu da ışık parlamalarında düzensizlik yaratır ki Turna kül yutmaz bilesiniz. Sığ yere denk geldiğinde kamışın ucu tık tık diye oynayıp büküldüğünde aslında balık değil yere değdirdiğinin farkında olmak ise ayrı bir tecrübe işidir. Kamış çalışırken ucunda devamlı bir titreşim olur. Eğer titreşim olmayıp düz geliyorsa bilin ki ot aldınız. Bunda da sabır yine önemli bir unsur. Dakikalarca kamışın ucu titreşirken yani rapala çalışıyorken birden zbam zbam diye kamışın ucu eğildi mi bilin ki ucunda Turna var. Yakalamak işin yarısı daha durun onu bir de kayığa alana dek beceriyle çekmekte gerekli. Makineyi ne çok hızlı ne çok yavaş saracaksın. Balığın kafa atışlarını elinin ucundaki oltadan anlayacak ve ona göre davranacaksın. Hele kayığa alıp bir de fotoğraf çektin mi havandan da geçilmez hani. Öyle değil mi, Sayın Editörüm?

Exit mobile version