Mükemmel Sülünler

İtalya’nın Abbruzzo Bölgesindeki tecrübeli bir yetiştirici tarafından yetiştirilip doğaya salınan sülünlerin hikâyesi. İşi bilenlerin yönettiği çiftlikte yetişen güçlü ve sağlıklı sülünler vahşi ortamda hayatta kalabiliyor ve dolayısıyla üreyerek çoğalabiliyorlar.

Seksenli yılların başında, Casalbordino kasabasındaki çiftliğinde sülün yetiştirmeye başlayan Luigi D’Aurizio’nun arkadaşları ona “bu kuşlarla ne yapmaya çalışıyorsun?” diye takılıyorlardı. O zamanlar Abbruzzo bölgesinde bu tip bir faaliyete atılmak kumarın en büyüğü sayılıyordu ve herkesi hayrete düşürüyordu. Şimdilerde ise işler değişti: Tarımcılık çöküntü içinde; terk edilen bir çok tarım arazisi ve bağları otlar bürümüş, fideler solmuş durumda. Ama D’Aurizio’nun sülün çiftliğinde ise işler pupa yelken. Şimdi bu durum elbet memnuniyet verici, ama başlarda işler hiç de kolay olmamıştı, çünkü diğer zorlukların yanında bir de bunun avcılığa yönelik yaban hayvanı yetiştiren ilk çiftlik olmasının getirdiği güçlükler vardı. Yani her şeyin en başından öğrenilmesi gerekiyordu. Bu yetiştirme çiftliğinin sahibi Kuzey İtalya’da bir sanayi dalında çalışmaktan bıkmış ve bir gün Milano yakınlarındaki Nerviano’da bulunan bir yetiştirme çiftliğinden sülün yumurtası almaya karar vermişti.

Macera Başlıyor

Elinde bavulları ve yumurtalarıyla Abbruzzo bölgesinin yeşillikler içindeki tepelerinde bulunan ve eşinin ailesi orada oturduğu için iyi tanıdığı bir yere yerleşiyor. Bir kuluçka makinesi satın alıyor ve o zamanlar esamesi okunmadığından ne devlet teşviki, ne Avrupa fonundan herhangi bir destek primi almadan, şimdiki on-line kurslardan birini izlemeden, yani günümüzün girişimcilerin yararlandıkları desteklerin hiçbirinden istifade edemeden bu işe atlıyor. Luigi o günleri şöyle özetliyor: İnsanın kendi yanlışlar ve hataları gibi iyi bir eğitmen yoktur. Sülünler size bazen öyle tuhaf sürprizler hazırlar ki, şaşarsınız. Bir keresinde çiftlikte yaklaşık on kadar sülünde zehirlenme belirtiler fark etmiştim. Bunların hiç birini uçma eğitimi aldıkları alana çıkartmamıştım, yemleri ise birinci sınıftı. Bir veteriner sayesinde uçuş alanında boru çiçeği veya yer elması adıyla da anılan stramonium bitkisinin yetiştiğini öğrenmiştim. Bu, dikenli kabuğu içinde zehirli tohumları olan bir bitki. Uçuş alanındaki otları biçme makinesiyle biçtiğimde bu tohumlardan bazıları kabuklarından dışarı dökülmüş ve sülünler tarafından yenilmiş”. Nitekim sülünlerin tohum, meyve, koza, yaprak, böcek ne bulurlarsa yiyen türden hayvanlar olduklarını biliyoruz.

Sülünleri tehdit eden diğer bir tehlike tilki ve sansar gibi yırtıcıların varlığı. Bunlar gerek üzeri ve etrafı file kaplı uçuş alanlarına (voliyerlere), gerek kümeslere girebiliyor ve girdiklerinde ise tuhaf ve vahşi bir içgüdü ile tek birini bile canlı bırakmayacak şekilde sülünlerin hepsini boğuyorlar. Luigi sansar ve tilkiler yüzünden yüzlerce sülününü kaybettikten sonra çözümü kümes ve diğer alanları elektrikli telle çevirmekte buluyor. Bu teldeki akım çarptığı zaman sarsıyor, ama hayvanlar ya da insanlar için ölümcül etki yaratmıyor. Üstelik tükettiği elektrik miktarı da son derece az.

Bu sorunu çözdükten sonra, Luigi bu sefer başka bir tehlikeyle boğuşmak zorunda kalıyor. Öğreniyor ki, çiftliği bölgede yaşayan şahin ve atmaca gibi yırtıcı kuşlara da her gün belli bir “vergi” ödemek zorunda. Bunun önüne geçmek ve hava saldırılarını önlemek için de, çiftliğin hayvanların gezindiği her bölgesinin üzerini özel bir fileyle örtmek zorunda kalıyor.

Uçuş alanının üstünü örten file yüksek olduğundan hayvanların doğal ortamlarındaki gibi uçabilmelerini sağlıyor.

Yetiştirici, bu tedbirlerin yanı sıra, kuşlarına zarar veren mikrobik hastalıklara karşı tedbirler almayı da ihmal etmiyor. Özellikle sülün civcivleri için koli bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlar, ani ısı ve nem değişimleri de ölümcül olabiliyor. Bunlar 30-50 günlük civcivlere dahi zarar verebilen, sporozoa ve protozoa gibi tek hücreli parazitlerin neden olduğu koksidiyoz adlı bir hastalığa yol açan durumlar. Yetişkin sülünleri etkileyen en önemli parazitler ise bağırsak kurtları (bu kurtların yumurtalarına sülünlerin uçuş eğitimi yaptıkları alanın toprağında rastlanabiliyor). Örneğin kapillarya bunlardan biri ve kısa süre içinde bir sülünü iskelete dönüştürebiliyor. Bu nedenle yetiştirme çiftliğindeki hayvanlara belirli aralıklarla ilaç, kurt söktürücü ve antibiyotik içeren yemler veriliyor. Bu tedbirleri almayı ve belli teknikleri geliştirmeyi öğrendikten sonra, Luigi üretimi optimize ediyor ve artık civcivleri kendi yetiştirmek yerine Perugia taraflarında yer alan bir üreticiden direkt olarak satın almaya başlıyor. Bu sayede daha sağlıklı cinsler yetiştirmeyi başardığı gibi, bazı türlerin aşırı çoğalmasının, diğerlerinin azalmasının da önüne geçiyor.

Öncelikle sülün yetiştirmek piliç yetiştirmekten farklı bir şey: Sülünler sakin yaradılışlı hayvanlar değil, hareket edebilecekleri geniş alanlara ihtiyaç duyuyorlar. Özellikle de kullanım amaçları doğrultusunda ihtiyaç duydukları şey, vahşi yaşama alışabilmek. Çünkü özel av ve doğa parklarına satılacaklar ve burada doğal ortamda çoğalmaları gerekecek. Dolayısıyla her bir sülünün kendisine tahsis edilmiş en az iki metrekarelik bir alana gereksinimi var. Aksi halde bazen birbirlerine saldırıp öldürdükleri bile gözlemleniyor.

Uçma eğitimi aldıkları alanların da mümkün mertebe doğal yaşam ortamlarını andırması gerekiyor. Bu nedenle yetiştiriciler buralara sülünlerin genelde yaşadıkları yerlerde bulunan bitki örtüsünü bire bir oluşturacak bitkileri, kamışları, tohumları ekiyorlar. Sülünlere yemleri elleriyle atmak yerine, bitkiden direkt olarak gagasıyla koparıp almayı, tehlike anında bitkilerin arkasına saklanmayı öğretiyorlar. Bunun için uçuş alanının bazı noktalarına kum tabakası yerleştirerek, sülünün içine saklanacağı oyuklar açması sağlanıyor.

Bütün bunlara rağmen sülünlerin doğaya salınacakları zaman yine de travma yaşamalarına neden oluyor. Artık kendi başlarına yaşam mücadelesi verecekler ve bu onlar için çok zor. Yine de büyük çoğunluğu hayatta kalmayı ve ortama uyum sağlamayı başarıyor. Bu sene Atc vastese, Isernia ve Campobasso av parklarının olduğu bölgelerde yakalanan sülünlerin ayak bileklerindeki kimlik halkasından elde edilen bilgilerden, bu hayvanların iki ve üç sene önce doğaya salıverilmiş sülünler oldukları tespit edildi. Ayrıca bölgede bulunan bazı yuvalarda yapılan tespitler sonucu, yetiştirme çiftliklerinde büyümüş ama vahşi doğal ortamda çiftleşmiş ve üremiş türlerin mevcut olduğu saptandı.

Yetiştirme süreci

Yetiştirme sürecinin nasıl işlediğine bir göz atalım: İlk başta üretken hayvanların kafeslerinden günde en az iki kez yumurtalar toplanıyor. Sık toplamanın nedeni kafesin kuru havasının yumurtaları kurutmasını önlemek. Toplanan yumurtalar tasnif ediliyor ve dezenfeksiyon sonrası serin ortamda dinlenmeye bırakılıyor. Yaklaşık bir hafta sonra kuluçka makinesine koyuluyor ve 22-23 gün kadar burada bekletiliyor, daha sonra da kabuklarını kırıp dışarı çıkacakları kafeslere alınıyor, burada da yaklaşık iki gün kalıyorlar. Bu kafeslerdeki mikro iklimsel ortam daha nemli ve havadar. Civcivlerin dışarı çıktıklarında karşılaştıkları ısı 37-38ºC derece, nem oranı ise %70-75 arası. Kabuktan çıkan civcivler aynı kafeste bir gün daha kalıp yumurta içindekileri andıran gıdalarla besleniyor ve sonunda “civciv” yetiştirme alanına alınıyorlar.

Bir sülün civcivi yumurtadan çıktıktan hemen sonra

Bu alandaki en önemli unsur sıcaklık: Doğada annenin vücudu yavrusuna koruma sağlıyor, ama yetiştirme çiftliklerinde bu görevi yapay ısı kaynakları yerine getiriyor. Sıcaklık 36ºC derecelerden başlayarak kademeli olarak düşürülüyor ve izleyen haftalarda dış ortam sıcaklığına getiriliyor. “Civcivlik” olarak adlandırılan bölümdeki sabit ısı 22ºC derece civarında, nem oranı ise %60 ile 65 arasında. Bu bölüm ayrıca cereyan yaratmamaya dikkat edilerek sürekli havalandırılıyor. Bir ay geçtikten sonra sülün yavruları civcivlikten uçuş eğitim alanlarına naklediliyorlar ve ortamın yarattığı ilk stresle tanışıyorlar. Burada kanat ve bacak kaslarının güçlenmesi için uçuş talimleri yaptırılıyor.

Sülün yetiştirmek tavuk yetiştirmekten çok farklı: Bunlar sakin yaradılışlı hayvanlar değil ve vahşi doğaya alışmaları gerekiyor.

İlk uçuş denemelerini de burada yapan sülünler, doğaları itibarıyla iyi bir uçucu olmasalar da, kısa süreli uçuşları ve havada kalabilme kapasitelerini bu alanda geliştiriyorlar. Uçuş alanlarının çevresi metal ağ ile sarılmış, üstleri ise sülünlerin uçuş sırasında çarpıp yaralanmasını önlemek amacıyla, esnek olması için tel değil naylon fileler ile örtülmüş durumda. Zemin bitki örtüsüyle kaplı olmakla birlikte, su birikintilerini önleyecek drenaj sistemleri mevcut. Uçuş alanının diğer bölgelerinde sülünlerin doğal ortamda saklandıkları tipte bitki örtüsüne sahip. Son eğitimlerini aldıkları kısım gerçekten yaşadıkları doğal ortama en fazla benzetilmiş olan. Tabii bütün bu özelliklere sahip olması için uçuş alanının boyutlarının da uygun olması gerekiyor. Genelde en az 5-6 metre yükseklik ve yeterli uzunluk lazım. Bütün bu sürecin sonunda, sülüne ihtiyaç duyan doğal parklar ve av rezervleri talepte bulunuyorlar ve sülünler özel kafesler içinde ileride özgürce yaşayıp, üreyerek çoğalacakları bu ortamlara naklediliyorlar.

Yetiştirme Çiftliklerinin Geleceği

Bugün av-yaban hayat kanatlıları yetiştiriciliği ne anlama geliyor ve sektörün geleceği nedir?

Bu sorulara cevap alabilmek için Av Hayvanı Üreticileri Birliği başkanı Matteo Vigiletta’ya başvurduk ve kendisi de röportaj vermek için teknik müdürü Marco Franolich’i (fotoğrafta görülen kişi) görevlendirdi:

Bu sektör içinde bulunduğumuz ekonomik krize nasıl tepki veriyor?

“2007 yılında çok kritik bir evreden geçtik, zira kuş gribine karşı bir histeriye dönüşen nedensiz kolektif tepkiler bir çok yetiştiriciyi perişan etti. O dönemde kurumumuz yetiştiriciler, bakanlık ve yem üreticileri arasında koordinasyon sağladı ve destek aldı, acil tedbir planları ve yönergelerin hayata geçirilmesini sağladı. Şu an sektördeki genel eğilim pozitif. 2011 yılında satışlarda bir düşüş yaşanmış olsa bile özellikle orta ve güney İtalya’daki doğal parklar ve av rezervleri bu sektörü canlı tutuyor”.

Bu sektördeki üretim rakamları bütün İtalya için homojen mi?

Kuzeyde daha çok üretme-çoğaltma amacıyla alınan yerli soylara talep var. Bunlar doğal popülasyona katkı vermek veya düzeltici etki sağlamak amacıyla araya katılan türler. Orta ve güney İtalya’da ise “hazırlop av” kavramı halen geçerliliğini sürdürmeye devam ediyor. Burada daha ticari amaçlı, daha az uzmanlık gerektiren küçük yetiştirme çiftlikleri, aile şirketleri, yurt dışında ithal getirenler öne çıkıyor. Maliyeti daha düşük ama kalitesi de yetersiz olan bu tip hayvanlar pazardaki homojen yapıyı elbette bozuyor. Bu tip hayvanları satın alan doğal parklar ve özel av sahaları önceden belirledikleri hedeflere erişemiyor, kaynak israfına yol açıyor ve avcılara da yeterli tatmin ve memnuniyet duygusunu yaşatamıyorlar. Bu yanlış uygulama doğru bir yerel yönetim ve anlayış yerleşip, sadece profesyonel yetiştirme çiftliklerinden hizmet alma hareketi başlayana kadar devam edecek gibi görünüyor. Ancak bu şekilde belli kalite standartlarına uygun hayvanlar yetiştirilmiş, doğada hayatta kalabilmiş, üreyip çoğalmış ve avlanmış olabilecektir”.

Sizin hedefleriniz neler?

“Av hayvanı yetiştiricisi korumamız altındaki figürlerden sadece biri ve biz av hayvanının kalite standartlarını da korumak ve denetlemek istiyoruz. Bu şekilde kısa bir zaman zarfında fiyatlarda da bir standartlaşma oluşacaktır. Her halükârda örgütümüzün temel hedefi doğal zenginliklerin ve faunanın korunması, bunun tarım sektörünün ve avcıların desteğini de alarak özel işletmeleri de kapsayacak şekilde yapılması. Bunun için vahşi yaşam ve yaban hayatının bir sorun olarak değil bir kaynak olarak görülmesi fikrini yerleştirmek lazım. Tarım sektörünün içinde bulunduğu krizi dikkate alacak olursak, sürdürülebilir avcılığın aynı zamanda bir ekonomik kaynağa dönüştüğünü anlamak zor olmaz. Elimizde bunca toprak, arazi mevcutken avcılarımızı avlanmak için yurt dışına göndermemiz tam anlamıyla bir paradoks. Asıl bizim yabancı avcıları ülkemizde misafir etmemiz lazım”.

Özellikle Apenin dağlarının olduğu bölgelerde toynaklı sayısı giderek artarken…

“Ülkemizin iklimi aslında çok üstün kalitede bir yaban faunası oluşması için son derece uygun. Kuzey İtalya’da bazı hayvanların popülasyonunun çoğaltılmasına yönelik talepler giderek azalıyor, zira sağlıklı olanlar arasından türlerine göre ayıklanan bu hayvanlar artık kendi başlarına üreyip çoğalıyorlar. Ama ülkemizde avcılığa karşı ön yargı ve ideolojik yaklaşımlar var oldukça, yol almak mümkün olmayacaktır. Daha gelişmiş Avrupa ülkelerindeki çocuk yuvalarında, hastanelerde huzur evlerinde insanlara yemeklerde av eti ikram ediliyor, çünkü daha az yağlı ve son derece sağlıklı bir et”.

Bizde ise avlanan hayvanların bir kısmının israf edildiği söyleniyor…

“Her yerde değil. Kuzeyde bazı av rezervleri ve doğa parkları avcıların kullanımına soğuk odalar, buzhaneler, mezbaha hizmetleri sunuyorlar ve avlanan hayvanların işlenerek halka satılmasına ön ayak oluyorlar. Ayrıca avcılara yakaladıkları hayvanları nasıl işlemeleri gerektiği öğretiliyor. Neyse ki 2004 yılı Avrupa yönergesinde bu tip av etlerinin pazarlanmasına yönelik kurallar belirlendi. Avcı kooperatifleri arasında bir zincir oluşturmak ve bu etleri değerlendirmek, yani aynen Fransa, Almanya veya Avusturya’da olduğu gibi, insanların istediğinde kasaptan avlanmış bir sülünü satın almalarına olanak sağlamak gerekiyor.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here