ÜLKELER VE SAVUNMA SANAYİ…

    Önceden planladığım bir seyahat için İsveç topraklarındayım. Nüfusu 2 milyon civarında olan Stockholm’de çeşitli merkezleri ziyaret ediyorum. Spor, kültür, deniz, adalar ve çok sık kullandığım demiryolları ilgimi çeken konular. Trenler çeşitli boyut, hız ve yükseltilerde binlerce kişiyi bir yerden diğer yere taşıyorlar.

    Bu kadar çok enerjiyi nereden buluyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Derken uçakta yanımda oturan İTÜ mezunu genç yolcu aklıma geldi. Enerji alanında yüksek lisans eğitimi için bu ülkeye geliyordu. Enerji ama hangi kaynaklardan? İşin püf noktası orada duruyor. Arkadaşından söz etti, Fransızmış… Eminim, arkadaşı onu enerji konusunda çok yakında nükleer’e doğru yöneltecektir! Ülkeler savaşa girecekmiş gibi hazır olmak zorunda mıdırlar? İki açıdan bakmak gerekir: Çakı ve saat konusunda dünyanın en iyisi olan İsviçre’ye bakarsak, uzun yıllardan beri ne kamyon ne de otobüs ürettiler. Ama yarattıkları çakılar için şunu söyleyenleri dikkatle dinlememiz gerekir. “Dünyanın en küçük ordusunun en iyi çakısı”. Öyle ki, nerdeyse her konuda çözüm üreten bu çakılar bazıları için olmazsa olmazların arasındadır. Buna bu satırların yazarı da dahil.

    İşin diğer tarafında mutlak savunma ve bu yolla da ciddi ihracat gelirlerine sahip olma şekli var. İsveç’teyim ve kısaca göz attığımda çok çeşitli savunma araçlarını ürettiklerini ve ciddi bir gelir elde ettiklerini görüyorum. Daha da geriye uzanınca 2. Dünya Savaşı öncesine gidip, Amerikalıların İsveç Çeliği üzerine yaptıkları konuşmaları dinliyorum! “Avrupa’ya gitmeliyiz. Ticaretimizin önü kesilmemeli. Bu arada kuzeye yollanıp şu İsveç Çeliğini ele geçirmeliyiz!” Şimdi Amerika’da üretilen silahların namluları acaba hangi çelikten imal ediliyor? Bu soruların sayısını arttırmama gerek yok.

    Buradan tekrar İsveç’e dönüyorum: Savunma sanayinde 2000’i dışarıdan olmak üzere toplam 5000 aktif çalışanı olan bir kuruma sahipler. Uzantılarına bakarsak yaklaşık 30 bin kişi bu sektörde çalışıyor. Ürettiği silahların % 50’si Batı Avrupa Ülkelerine gidiyor. % 10-12’si Kuzey Amerika ülkelerine, % 30’u ise Asya ve bir kısım Afrika ülkelerine gönderiliyor. Son 20 yıl içinde silah ve mühimmat gönderilen ülke sayısına baktığımızda bu rakam 20-40 arasında değişiyor.

    Bu ticaretten kazanılan paralar oldukça önemli boyutlarda. Dünyada savaşlar olduğu sürece bu üretim sürecektir. Savaş olmasa da caydırıcılık politikaları gereği bu işe devam edilecektir. Çıkarmamız gereken ders notlarını iyi gözden geçirmeliyiz. Silah ve tabanca üretimi alanında faaliyet gösteren şirketlerimizi desteklemeliyiz.

    Elektrik enerjisini havadan iletme konusunda çalışacaklara ciddi ARGE katkısı sağlamalıyız. Artık devir sayısallaştı. Dijital ortamlarda bazı savunma araçlarının kullanımı kitlenebilir. Enerjiyi havada elektrik yüklü iyonlardan sürekli elde edilebilen sektörler yaratılmalıdır. Bilgileri elektromekanik ortamlarda değil, tıpkı beyinde olduğu gibi suya yazabilmeli, orada saklayabilmeliyiz. Yeni bir Tesla’ya ihtiyacımız var.

    İsveç derken, Alfred Nobel’i unuttuğumu sanmayın. Dinamitin mucidi ve ne yazık ki bulduğu bu patlayıcı ile dağları delmeyi amaçlarken savaşlarda on binlerce insan bu buluş yüzünden yer yüzünden göçtü gitti. Sanıyorum dinamit bulunmasaydı Güney Afrika bu kadar çok altını yeryüzüne çıkaramazdı. Yolların, barajların, köprülerin yapımında dinamit hala çok kullanılan bir patlatma sistemi. Ama savaşlar esnasında yolları bozma, köprüleri yıkma, lojistik engellemede iyi bir araç oldu.

    Her şeye rağmen akıllı ve gelecek odaklı bir savunma sistemi üzerine kafa yormalıyız. Uydu teknolojileri, uzaktan kontrollü balistik sistemler ve nükleer başlıklı füzeler alanına ağırlık vermeliyiz.

    İşimiz zor fakat imkânsız değil… Hedef, plan ve doğru insan kaynakları ile bu iş rahatlıkla çözülür inancındayım…

    CEVAP VER

    Please enter your comment!
    Please enter your name here