Çulluk Avı

Ferma köpeğiyle av yapan avcının tipik hastalığı…İtalya’da neredeyse tapınma sınırına gelmiş bir tutku. Öyle bir çılgınlık ki, daha ekim ayı yaprakları kızıla boyar boyamaz bütün avcıları ormanların kraliçesiyle karşılaşma hayaliyle ağaçlık alanlara sevk ediyor. Ama eli boş dönenlerin de bir o kadar yoğun olduğu bir av, “çulluk avı”.

Hastalık demişken, günlerdir hastayım: Öyle bir ateşim var ki, grip günlerdir neredeyse bütün kemiklerimi “kırıyor”. Başlarım gribine de ateşine! Haydi kalk Calabria’ya çulluk avına gidiyoruz. İki aydan bu yana bizim buralardaki tepeleri karış karış gezdim, daha dört tane ancak vurabildim ve artık neredeyse aralık ayının yarısındayız. Evet, her yerde olduğu gibi bizim buralarda da harika sezonlar ile berbat sezonlar olagelir. En iyi sezonumda ekim sonundan ocak sonuna kadar şahsen 40 çulluk vurmuşumdur. En kötüsünde mi? İşte bu sezon! Ama bu sefer bunun hiçbir nedeni bendenize ait değil. Son beş yılda belediyelerin çok yıllık tarım planı türü spekülasyonlarıyla, geri zekalı bir “tarım kampanyası” palavrasıyla katledilmiş bir bölgede, bir kırsalda, bir köyde yaşıyorsam ne yapabilirim ki? Bir zamanlar muhteşem hayvan florasına sahip bu topraklar, belki yasal olmayan (ama müsamaha edilen) yemlikler sayesinde yaban domuzlarıyla dolu bu ormanlar, şimdi birer çöle döndüler. Tarım planı devreye girmediği zaman da ya asfalt devreye girer, ya fotovoltaik enerji, ya bilmem ne tesisi, ya da alış veriş merkezleri. Bütün bunların üzerine bu sene bir de yıllardır görülmeyen kuraklık devreye girince olan oldu: 5 ayda yapan yağmur 10 milimetre!
Ben Catania’da ikamet etmiyorum, Urbino’luyum ve oturduğum yer deniz seviyesinden 500 metre yüksekte. Sonbaharları ve kışları oldukça sert geçen bir bölge. Bugün ise, kış günü akşamın saat 8-9 sularında hava 16 derece. Bu tuhaf havalar öyle bir çulluk kıtlığı getirdi ki, dört tane vurabildiğim için sanırım çok şanslıyım! Çünkü avcı arkadaşlarla konuşuyorum da, kimileri bu sene bırak vurmayı görmedik bile diyorlar. Kimileri ava gitmeyi hepten bırakmış, kimileri de sırf yürüyüş zevki olsun diye yanına köpeğini alıp kendini dağlara tepelere vuruyor. Bu arkadaşlardan biri birkaç sene önce Hırvatistan’da tanışmış olduğum Flavio. Tam kendimi Calabria yolculuğuna hazırlıyordum ki, beni aradı. Kısa süre önce bir pointer tazı aldığını, bu tazının onun hayattaki ilk ferma köpeği olduğunu söyledi. Her şey hazır olmasına rağmen bu sene daha tek bir çulluk bile göremediğinden, köpekle birlikte boş oturmaktan ne yapacağını bilmediğinden yakındı. Öyleyse hadi bana bu yolculukta eşlik et dedim. Sırf kabul etmekle kalmadı, sesinden anladığım kadarıyla sevinçten havalara uçtu. Bu şekilde ben de kendime hem bir yoldaş buldum, hem de biraz ustalık dersi verme zevkine nail olacağım.
Hareket
Benim yanımda Bora, Bessy ve Regin var…Köpeklerim. Beş yıldır bu takımla ava giderim (bu yaz Regin 9 yaşına girecek ve iki yeni yavru gelecek, dolayısıyla yeni avcılar yetiştireceğiz). Flavio’nun yanında ise pointeri Daga var. İlk görüşte dudak kıvırdığım bu köpeği birkaç kez ava götürdüğünü söyledi ve bakalım onu nasıl bulacaksın dedi. Yolculuk programımızı zaten yapmıştık. Ancona’dan geçip onu alacaktım ve sonra Adriyatik kıyısı boyunca güneye doğru ilerleyerek Calabria’ya ve oradan da Cosenza’ya geçecektik. Orada gelip bizi avlanacağımız yere götürmek üzere alacaklardı.
Yolda Flavio sordu “Bu işe nasıl başladın?”…Ona “işi bilen bir köpekle” diye cevap verdim. Evet, ilk köpeğim Kelly bir Alman puanteriydi ve çulluk avı kariyerime onunla başlamıştım. Bu konuda benden daha bilgili bir arkadaşımla çıktığım avda ilk kez bir çulluğa attığımda neye attığımı anlamamıştım bile. Arkadaşım Paolo Romani ile çulluk açısından bereketli bir ormandaydık ve güzel bir kasım sabahıydı. Yanımızda bir de o zamanlar bir buçuk yaşında olan Kelly vardı. Önümzde 6-7 metre mesafeden yıldırım hızıyla bir kuş kalktı ve rastgele bir atış yaptım. Kelly hemen kuşun düştüğü yöne fırladı ve ağzında güzel bir çullukla geri döndü ve işte o an tutkuyla karışık hastalığımın başladığı andı. Yarım saat sonra atıp vuramadığım bir tanesine daha, sonra da ateş edemediğim iki tanesine daha rastladık. Şimdi geriye dönüp baktığımda o anı şöyle anlatabilirim: İçine düşen bir ateş, orada olduğunu bildiğin ama kolay bulamadığın için spazm geçirerek aradığın bir av ve bin bir zorlukla gelen başarı…İşte çulluk avı budur!
Flavio yine lafı açtı: “Çulluğun nerede bulunacağını bilmek başka bir şey ama…Dergilerde okudukların, başkalarının anlattıkları tamam da…çulluğu kendin bulmasını bileceksin…”
Haklı…Hem de sonuna kadar. Nitekim birçokları için olduğu gibi, benim için de ilk zamanlar tek ve en büyük zorluk şu sorunun yanıtını bulmak olmuştu: Çulluk nerede? Ormanda…Tamam ama hangi ormanda, nasıl bir ormanda?
“Peki bu konuda sana yardımcı olacak kimse yok mu ?” diye soruyorum. “Yok” diyor…”Elimde sadece bir zamanlar dedemin anlattıkları var, ama hiçbir şey bulamıyorum”. Ona “dedesinin hatıralarıyla yola çıkanın vay haline” diyorum ve ekliyorum: “Devirler değişti, her şey değişti…Dedenin zamanında ferma köpek besleyip çulluk avında uzmanlaştıran kaç kişi vardı? Artık çulluğa rastlamak istiyorsan sadece iyi bir köpek yetmez, bu kuşu da çok iyi tanıyacaksın ve nerede olabileceğini düşüneceksin. Çulluk nasıl düşünür, nasıl hareket eder, dönemden döneme davranışları nasıl değişir? Hele bir de göç edenleri varsa, ki en zorlu ve en keyifli av verenleri yerinden göç etmiş olmalarıdır. Tabii seni her dönem, iklimine göre uygun bir iki yere götüren, bir iki tüyo veren bir arkadaşa denk gelmek de önemli, ama nerede bulacaksın öyle birini?”
Flavio bana takılıyor: “Sen bulmuşsun ya işte…”
Gerçekten de uzun zaman tek başıma takıldıktan sonra, güzel bir av günü yolum iyi bir çulluk avcısı ile kesişmişti. Aynı bölgede oturuyorduk ve bana o güne kadar bilmediğim bazı şeyleri öğretti; örneğin kendisinin devamlı gittiği, ama benim daha önceleri hiç bilmediğim yerleri. Ben köpeğim Kelly ile o zamana kadar çulluğun farklı iklimlerde bulunabileceğine ihtimal verdiğim farklı yerleri tarama şeklinde bir metot geliştirmiştim, ama yine de o arkadaşla gittiğimiz yerler hiç aklıma gelmemişti.
Sonraları, birkaç başarısız denemeden sonra her şey yolunda gitmeye başladı. Bunu birkaç önemli faktöre bağlıyorum: Avlayacağın türe göre en küçük ayrıntıları da içeren gerçekçi-bilimsel bir metot geliştirmek. Kulaktan dolma bilgiler yerine faunayı iyi bilen, araştırmacı avcıların gözlemlerini ve fikirlerini almak. Benim diğer bir şansım da bana bu maceramda uzun yıllar yoldaşlık eden ve gerçekten Tanrının bana bir hediyesi olarak kabul ettiğim köpeğim Kelly olmuştu. 12 yaşında öldüğünde beraberce 350’nin üzerinde çulluk avlamıştık.
İşi ciddiye alalım
Çulluk son derece zor bir metabolizmaya sahip bir hayvan. Öyle ki bu metabolizma onu sürekli yiyecek ve su arayışına yöneltiyor. İnce uzun bacaklı bataklık kuşlarından biriyken zamanla dönüşüm değiştirip nemli bölgelerden sonra ormanları mesken tutan bir canlı türü. Aslında çulluklar yiyecek bulabildikten sonra çok farklı yerlerde yaşayabilen hayvanlar. En sevdikleri yiyecekler toprak kurtçukları ve diğer omurgasız böcek türleri. Bu nedenle, toprak kurtlarının, salyangozların, diğer böceklerin herhangi bir nedenle bol bulundukları yerleri sevecektir. Yeter ki orada kendisini koruyabilecek, arkasına sığınabileceği çalı çırpı olsun. Nitekim don yaptığında veya kuraklık olduğunda, bazıları bataklık kuşlarına karışarak su kıyılarına veya nehir kenarlarındaki ormanlık alanlara yerleşir. Yani onu bulmak için anahtar faktörlerden birinin su olduğunu bilelim. Nerede su az ise, orada çulluk için yiyecek de azdır ve ona rastlayamazsınız. Geceleri ona bol yiyecek sağlayan sulak ovaların olmadığı yerlere ayağını değdirmez. Çok sıcak olduğunda, yuva yaptığı mekanlarda henüz uygun koşullar devam etmekte ise, yerinden hareket etmez ve orada kalır. Yani kısaca don ve kuraklık onun baş düşmanlarıdır. Hele bu iklimsel koşulların arkasından bir de bol kar yağarsa, orada hiç durmaz ve güneye doğru göç eder.
Dolayısıyla, doğası gereği ilkbahar-sonbahar iklimine uygun bir kuştur. Yani tam kışın ortasında bile, iklim ılıman ve yumuşaksa, ona rastlayabilirsiniz. Benim yaşadığım yerlerde genelde sonbaharda dağlık tepelik bölgelerde bulunurlar. Kışın ise daha kapalı, oyuk, korunaklı yerleri tercih ederler.
Belirlediğimiz yere vardığımızda Flavio yeni aldığı avcı yeleğini çantasından çıkarıp giyiyor ve meraklı gözlerle kılıfını açarak yıllardır ferma köpekle kullandığım ve artık bu tip avda değişmez tüfeğim olan 360 derece kullanışlı 20 kalibrelik “Poli Lapis”i çıkarıyor. Bu tüfeği bana özel olarak Tiziano Poli yapmıştı. Flavio merakla “nasıl oluyor da yirmilik kullanıyorsun?” diye soruyor. “20 kalibre yivsiz tüfeklerdeki büyük kalibrelerin en küçüğü, küçüklerin en büyüğü değil” diye cevap veriyorum. Bu tüfek bir magnum olmasa da 36 grama kadar kurşun alıyor. Bu kadar gramaja gerek olmasa bile. “Zaten fazlasına ne gerek var, 66 mm namlular, sırasıyla silindirik ve üç yıldız şoklu. Çulluk için her zaman birinci namluya 8 veya 9 numara 28 gram fişek koyarım. İkinci namluya ise 8 numara bakır saçmalı, plastik tapasız 32 gram fişek koyarım”.
“İki namlu, iki tetik, benim parmaklarım birbirine dolanır” diyor Flavio.
Ama bunlar benim bazı takıntılarım işte…Aynen manuel ejektörler gibi: Benim çiftem illa İngiliz tipi dipçikli, muhakkak çift tetikli olmalı ve namlu ya da fişek seçimiyle dilediğim gibi oynamalıyım.
Tüfek muhabbetleri…
“Söyle bakalım” diyorum, “Sen nasıl bir tüfekle atıyorsun?”
“Otomatik bir Benelli, dört yıldız şoklu 65 mm Saint Etienne tipi namlulu eski bir 121. Keklik, bıldırcın, sülün avında çok memnunum, ama daha çullukta siftahım yok. Karşıma çıkan ilk çulluğa belki de heyecandan ateş edemeyeceğim” diye söyleniyor Flavio ve ekliyor: “Bu sene Facebook ve diğer formlardaki arkadaşlar, hele Tizio ile Caio sürekli çulluk vurduklarını yazıyorlar, benim kısmetime ise bir tane bile düşmedi”.
“Dinle Flavio” diyorum… “Kısmetine bugün ya da yarın elbet bir tane kalkacaktır çalılıklardan, o zaman sanki olimpiyatlarda ateş ediyormuş gibi sakin kalmalısın. Köpekler fermada olacaklar, büyük ihtimalle benimkini görünce seninki de fermada olacak. O an onlara dikkatle bak ve kafanda bir iki kare fotoğraf çek. Benimle pozisyonunu dikkatli ayarlamalısın. Ben pozisyonda değilsem önce sen yerini seç ve beni göremiyorsan seslenerek haber ver. Havalanan kuşu gördüğünde sanki birine terlik fırlatıyormuş gibi rahat ol, kasma ve bakış hizan köpeklerin kafasından biraz yukarıda olsun. Gözünü köpeklerden ayırma ve onlarla bir bütün oluştur. Onların gerginliği ve dikkati sana yansıyacak ve göreceksin bugün çantaya bir çulluk atma şansına sahip olacaksın. Kanat sesini duyduğun gibi hızlı ve içgüdüsel bir şekilde hedefe dön ve ateş et. Bu sefer karşında sülün yok, saniyede görünüp kaybolan bir kuş var. Bu avda köpek hiç tahmin edemeyeceğin kadar büyük öneme sahiptir. Gerçek bir çulluk köpeğin yoksa sırtında kilolarca ağırlıkla ormanda boşa gezen birinden farkın yoktur ve taşıdığın tüfek olsa olsa baston vazifesi görür. Ama iyi bir köpek, yani çulluk avında olgunlaşmış, bu tip bölgeleri arşınlamış bir köpekle muhakkak çulluğa rast gelirsin. İnternet forumlarında fazla takılıp kalma, oralarda eski zaman hatıralarını, bolluk bereket dolu orman hikayelerini okuyarak geçireceğin zamanı burada geçirmen daha hayırlı. Orada anlatılanların yüzde 99’u iş uygulamaya gelince evdeki hesap misali çarşıya uymuyor. Çulluk köpeği olan ve çulluk köpeği yetiştiren adam çulluk avına gider, onun yeri ormanda, tepelerde, ovalardadır. Ha babam yeni metotlar dener, köpeklerine antrenman verir, onları yetiştirir, hep daha mükemmel olmak için çaba sarf eder.”
Kelimelerle anlattığın zaman son derece basit: Köpek onları arar, bir daha arar, bir daha arar ve sonunda bulur. Ferma verir, onları havalandırır ve atman için hazırlar. Sonra da gider onları ölü veya yaralı bulur ve getirir. Hepsi bu. Ama sıra uygulamaya gelince, avcının deneyiminden tut da, köpeğin doğasına, genetiğine, huyuna suyuna kadar bir dizi faktöre bağlı olarak hayata geçirilmesi çok zor olan bir eylem. (Avcı ile köpek arasında tamamlayıcılık ta işin diğer yanı: Çulluğun nerede nasıl bulunacağını bilmeyen avcının iyi köpeği olamaz).
“Kısaca, avcının deneyim kazanması şart. Bu da bilgisayar başında olmaz, dışarıda, yani er meydanında olur, o da zaman ve fedakârlık istediği gibi, gerçek bir tutkuya dönüştüğü zaman bir de ekonomik kaynak ister. Gerçek tutku nereden anlaşılır biliyor musun? Bunun üç farklı yüzü vardır: Biraz vurdum duymaz olacaksın, işin keyfine bakacaksın, karavana atığında ve eli boş döndüğünce üzülmeyeceksin, yeniden ve yeniden deneyeceksin. İkincisi, azim…Seni hiçbir zaman pes ettirmeyen duygu…Hani Rocky filmindeki boksör gibi. Üçüncüsü ise beyinle birlikte hareket etmesi gereken bir yürek. Seni çulluklar gibi düşünmeye, hareket etmeye sürükler. Onların nereye gidebileceklerini, nereye saklanacaklarını düşünmeye başlarsın, köpeğinde de aynı duygular gelişir. İster güneye, ister kuzeye, ister yurt dışına ava git, bu yoldan yürürsen sonunda onlarla karşılaşırsın ve köpeğinin de yeteneklerini anlarsın…Daha ilk karşılaşmada belli olur, köpek ya uyar ya uymaz.”
Flavio biraz şaşkın söze giriyor: “Ne demek uyar veya uymaz…Ferma yapmaz mı demek istiyorsun? Hani bazı köpeklerin bir türlü fermaya gelmediklerini söylerler?”
“Yok, öyle değil, anlatayım: Sana benim köpeklerle ilgili birkaç örnek vereyim: Köpeğim Bora meselâ, iyi bir köpektir, çulluğa rastlarsa ferma yapar. Çulluğu arar, ama genelde çulluğun bulunamayacağı yerlere de gider, ormanda çoğu kez oraya buraya koşar, verimsiz parkurlar izler. İki köpek oldukları zaman daha dikkatli oluyor ve deneyim kazanıyor. Diğer köpeğim Regin bu işe geç başladı. Çok iyi ferma yapar, doğuştan çullukçudur, ama motorunun beygir gücü düşük, çabuk yorulur, yılar. Onu eğitmek için çok uğraştım, ama olmadı. Diğer köpeğim Bessy: Çılgın bir köpek, tasması olmasa tutabilene aşk olsun. Korkusuzdur, yorulmaz, çulluklara karşı sanki kişisel bir kini varmış gibi av yapar, dağları tepeleri aşar, bir kayboldu mu ara ki bulasın. Çok da zekidir. Ferma yaparken gördüğü ilk köpek bir seterdi, hemen onun mimiklerini taklit etmeye başladı. Bizimki kıçı yere yakın bir Kurzhaar, ondan daha fazlasını alamazsın. Ama hiç yılmadan arar ve buldu mu kaçırmaz. Ben kaçırsam o kaçırmaz diyelim. Bazen gözden kaybolur, barksın göremezsin, ses verirsin gelmez, sonra bir bakarsın bir anda karşına çıkar ve sana adeta onu buldum diye haber verir.
Yani köpekten köpeğe çok şey değişir. Bazen vurduğun hayvanı görünce coşar, saldırdıkça saldırır, bazen tam tersine yerinden kıpırdamak istemez, ormanda kaybolur dönmez, kimisi çalı çırpıya girmek istemez, kimisi su birikintilerine dalmaz, sadece koşmak için kuru yer arar. Kimisi yaban domuzu kokusu aldı mı işi gücü bırakır peşine düşer, kovalar da kovalar.”
Köpek cinsleri ve çullukçu köpekler
Bu sefer Flavio bana “O zaman neden bir seter edinmedin?” diye sordu.
“Seterlerim de oldu, babamın seteri vardı ve iyi de bir köpekti. Benim ilk köpeğim ise bir kurzhaar cinsiydi ve harika bir tazıydı. Zaten ilk köpek tutkum o seterle birlikte doğdu. Çulluk konusunda seter ırkının bir adım önde olduğuna kuşku yok. Ama şu da bir gerçek ki, her cinsten iyi çulluk izleyen, ferma yapan köpek çıkabilir. Yani bir breton, bir kurzhaar veya puanter her zaman iyi bir çulluk köpeği olarak yetiştirilebilir, yeter ki sen yetiştirmesini bil.”
Sohbetin bu noktasında aklıma köpekleri yetiştirirken geçirdiği evreler geldi. Ben ileride bana av maceralarımda yoldaşlık yapacak olan köpeklerimin staj evresine özellikle çok dikkat eden biriyim. Ön hazırlık döneminde onları hep özel av rezervlerine sülün avlarına götürdüm. Ondan sonraki eğitim safhasında köpeğin hamlığı alınır, aport, toprak koklama, itaat gibi kavramlar kendisine öğretilir ve 10 ay sonra artık ona avcı bir köpek denilebilir. Daha sonra ateş etmeden yapılan dolaşma ve keşifler başlar. Burada köpek avlarla ilk karşılaşmaları yaşar ve ilk heyecanları duyar. Ben ilkbaharın ilk sıcaklarıyla birlikte onları dağa götürmeye, 1 ağustostan itibaren de yurt dışına ormanlara ava götürmeye başlardım. İlk gerçek deneyimler orada yaşanırdı. Önce biraz alışkanlık kazansın diye bıldırcına, sonra rüzgarda koku alma yetisinin gelişmesi için kekliğe, daha sonra da gerçek temasın söz konusu olduğu, sürekli yer değiştiren, normal habitatı dışına çıkan hayvanları tanıması için sülün avına götürürdüm.
En son sıra çulluk avına gelirdi ve benim evimdeki genç köpeklerin çulluk için gidecekleri ilk destinasyon hep yurt dışı olurdu. Çulluk avına başladığımızda köpekler arasında seçim ve elemeler başlardı. Çulluğa daha yatkın olanları, hırslı ve cesur köpekleri seçmek isterdim, ama diğerlerine de alıştığım ve bağlandığım için eleme yapmak çok zor olurdu, yine de mecburiyetten katlanırdım.
Çulluk avına ilk çıkıldığında birkaç yalancı ferma veya avı pas geçme ya da erken kaldırma olacaktır. Ama daha ilk seferde doğru ferma veren köpeğe rastlamak da normaldir. Daha ilk seferden köpeğin çulluk avı da yapılabilecek, yani şans denemeye değer bir köpek, ya da tam bir çulluk köpeği olup olmadığı anlaşılır aslında. Staj evresinden sonra aslında köpeğin tam yetişmiş bir ferma köpeği olması için, her birinde en az yirmi kez ava çıkılmış iki sezon gereklidir. Ondan sonra köpek usulleri, metotları, sahibinin vücut dilini anlamaya başlayacak, kendi içinde bir takım mekanizmaları geliştirerek çulluk konusunda uzmanlaşacaktır. Yani artık o köpek iz sürebilen, bulan, ferma veren, kaldıran ve avı sahibine getiren bir köpektir.
Overbooking amp; dreaming
Calabria bölgesindeki bu av maceramız sırasında Flavio anlattığı şeylerle, söz ettiği bir takım teorilerle, bazı “sabit” fikirleriyle beni bazen öyle bunalttı ki, sonunda yine bunların gerçek nedeninin ne olduğunu anladım: İnternet denen musibet!
O yüzden ben de onu sorularımla biraz bunaltmaya karar verdim: Baksana bir, yok köpeğin boynuna beeper cihazı takalım mı takmayalım mı, fişeklere plastik tapa mı keçe tapa mı koyalım, yüksek köpek mi mu kısa mı gibi her türlü meseleyi kafana takacağın yerde, neden interneti sadece sana sorun çıkaran konuları çözmek veya işine yarayan şeyleri öğrenmek için kullanmıyorsun? Her konuya bu kadar dalmanın, kafa karışıklığı yarattığını elbet biliyorsun”. Ama diğer bir gerçek var ki, internet sayesinde yurt dışından arkadaşlar edinebiliyorsun, daha sonra fazla rakamlar harcamadan oralara ava gidebiliyorsun, havanın gideceğin yerde nasıl olacağına dair kesin bilgiler edinebiliyorsun, çulluk hakkında hiçbir yerde bulamayacağın bilgileri edinmek de cabası. Yine de bunun daha fazlası, yani internete fazla takılıp kalmak, beyinde “overbooking” etkisi yaratıyor ve bu arada ava çıkmanın gerçek amacı, kafa ve ruh dinginliği gibi asıl hedeflerden sapıldığı oluyor. Halbuki ava giderken de gelirken de huzurlu olmak ilk hedeftir. Bunun dışında internet forumlarında izlediğim rakamlar, kim daha fazla vurdu, kim daha az vurdu gibi çekişmeler, fotoğraflar ve boş polemikleri akıllıca bulmadığımı söylemeliyim. Bunları boşver gitsin, dikkatini ve konsantrasyonunu başka şeylere ayır”. Ormana mutlu bir adam olarak gitmeye, mutlu bir adam olarak dönmeye bak, köpkelerine uğraş ve onlar sev…Bu sana yeter”.
Evet, batmakta olan güneş ve manzara harika. Kar da yağmaya başladı, ama be avdayım ve ateşim geçti…Şimdi hayal kurma zamanı!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here