Sarsılmaz Harp Ve Av Silahları Müzesi

Devlete bağlı kamusal müzelerin egemenliğini dünyada olduğu gibi Türkiye’de de özel müzeler almaya başladı. Sabancı, Koç ve Eczacıbaşı gruplarının girişimleriyle başlayan ve resim, heykelden başlayıp oyuncak müzesine kadar uzanan kültürel varlıkların özel sektör eliyle sergilenmesine silah sektörüde de kayıtsız kalmadı.

Sektörün öncülerinden Sarsılmaz, bu alanda da öncü bir rol üstlenerek Düzce Sanayi Bölgesi’ndeki tesislerinin bir bölümünü müzeye dönüştürdü. Motoron olarak sektördeki bu ilk özel müzecilik uygulamasını yerinde görmek istedik. Sarsılmaz’ın Düzce’de yer almakta olan devasa üretim tesislerinde gerçekten yok yoktu, fakat işin içinde bir de müze bulmak şaşırtmadı değil! Müze genişçe bir salonu andırıyor olup kronolojik sıraya göre bölünmüş. Eserler ve bu eserlerin arkalarında da ilgili tarihlere dair göz alıcı resimler mevcut. Elbette ki kronolojik sıranın sonunda da Sarsılmaz’ın kendi tabancaları aynı şekilde sergilenmekte.

Müzeye giriyoruz ve bizleri sıcak bir merhaba ile müze sorumlusu Şafak Çavuş karşılıyor. Merhabalaşmanın ardından da heyecanımızı daha fazla gizleyemiyor birbirinden nadide parçaları görmek üzere direkt konuya dalıyoruz! Şafak Bey bizlere müzenin kısa bir tarihçesinden bahsetti: İlk olarak Kaynaşlı’da yer alan eski fabrikanın arazisinde 2010 yılının mayıs ayında açılan müze, Düzce’de faaliyet göstermeye 2012 yılının eylül ayından itibaren devam etmekte. Karşımıza çıkan ilk eserler ise çakmaklı tüfek ve tabanca aparatları oldu: ahşap barutluk, kurşun kalıpları, antika ve işlemeli harbiler, barut ölçeği,…

Kısacası tarihimizdeki en ilkel ateşli silah kısımlarından bazılarına bakıyorduk!. Ateşli silahlar söz konusu olduğunda çakmaklı silahlar çağından modern silahlara geçildiği vakit öylesine hızlı bir teknik ilerleme olmuştur ki, çakmaklı silahlardan sonra karşınıza çıkan silahların neredeyse tamamı modern tasarım ve çalışma özelliklerine sahiptir. Nitekim kendi mühimmatını ve ateşleyicisini üzerinde bulunduran modern fişek tasarımı ister istemez böylesi büyük bir çağ farkına neden olmuştur. Bu eski tip ekipmanı kullanan tüfekler ise girişte hemen sağda sergilenmekteydi ve üzerlerinde göz alıcı kakmalar ve işlemeler mevcuttu. Şafak Bey bu tüfeklerin hiçbir şekilde makine ile işlem görmediğini ve tüm parçalarıyla el işi olduğunu belirtti. Müzede dikkatleri çeken en önemli parçalardan biri dünyanın ilk makineli tabancalarından olan 1918 yapımı Theodore Bergmann MP18. Ahşap dipçiğe ve kundağa sahip bu silahın namlusunda bir ısı kalkanı dikkati çekiyor.

Bu silah ayrıca salyangoz tipi şarjör beslemesi ile tam 32 mermi atabiliyor. Bu silahın tasarımcısı ise Alman STG 44’ün ve dolayısıyla Kalashnikov’un atası olan Hugo Schmeisser! Çağının ötesinde bir silah olduğu aşikar olan MP18’in ardından ise çağının ilk sürgülü (bolt-action) tüfeklerinden gibi görünen bir Mauser karşımıza çıkıyor. Artık halkımız “Mauser” firması ile o kadar içli dışlı olmuş ki, “Mavzer” kelimesi, Türkçemizde uzunca bir süredir “sürgülü yivli tüfek” olarak geçiyor. Şafak Bey ayrıca bu tüfek tipinin Türkçemizde “Karabin” olarak geçtiğini ve karşımızda durmakta olan Mauser Karabininin bizzat kurtuluş savaşı görmüş bir parça olduğunu vurguladı. Akabininde Şafak Bey ile birlikte daha yakın zamanların silahlarına doğru ilerlemeye başladık.

Karşımıza 2. Dünya Savaşı konulu filmlerde sıkça gördüğümüz türden hafif makineli tüfekler ve otomatik silahlar çıkmaya başladı! Bu tip silahlara baktığımız zaman genellikle 7.9mm’ye göre kalibrelendirildiklerini fark ediyoruz. Örnek olarak ise, makineli tüfekler arasında gözümüze ilk çarpan modellerden biri olan Bren makineli tüfeğini verebiliriz. Bu tüfeğin en önemli özelliklerinden biri şarjörün üstten takılması. “Boynuz Şarjör” olarak tabir edilen ve tam tepede silahın gövdesini ortadan işgal eden yapısı sebebiyle Bren LMG (Light Machine Gun – Hafif Makineli Tüfek)’nin nişangahları silahın sol tarafında. Alışılmadık görünüşüne rağmen zamanının en etkili tüfeklerinden biri olduğunu unutmamak lazım. Kronolojik sıra kendisini teknik özellikler vesilesiyle hemen ele veriyor!

Kalibre günümüzdeki halini almış ve 7,62’lik bir rus klasiği karşımızda. Bu parça ise Degtyarov makineli tüfeği. Bu tüfek, 7,62x39mm’lik fişeğin (Kalashnikov Mermisi) ilk kullanıldığı tasarımlardan biri.7,4kg gibi yüksek bir kütleye sahip olsa da silahı zamanına göre değerlendirirsek eğer: 735m/s namlu çıkış hızı, 100’lük şarjör kapasitesi (mayon beslemeli kutu), dakikada 650 atış yapma kapasitesi gibi özellikleri ile belli ki çağına hükmetmiş ve bir çok günümüz tasarımına atalık etmiş! Peki sizce müzenin en güzide parçalarından birine ulaşmış olabilir miyiz?

Diyelim ki silahlar ile pek aranız yok fakat biri sizden kafanızda İstiklal Savaşı’nı canlandırmanızı istiyor. Aklınıza ilk olarak o kocaman kutu gibi namlusu ile “Mitralyöz” gelmez miydi? Bez şerit beslemeli silah, Fransızcada “makineli tüfek” anlamına gelen “Mitralyöz”’den adını alıyor. Silahın namlusundaki o belirgin devasa kutu ise soğutma amaçlı bir tank. Eski dönemlerde metalurji bilimi henüz günümüzdeki kadar gelişmiş olmadığı için makineli tüfekler ihtiva ettikleri gücün azizliğine uğrar ve belli bir atış sayısından sonra şişme yaparlardı. Bu, halen günümüz silahlarının bile büyük bir çoğunluğunu alakadar eden bir sorun. Mitralyöz ise bir ucuna pompa ile su basılması ve bu suyun namlu çevresinde dolandıktan sonra silahın uç kısmındaki tahliye vanasından atılmasını sağlayarak kendini etkili bir şekilde soğuturdu.

Hatta bir de türküsü yok muydu meşhur mitralyözün!

Cephede mitralyöz ayna gibi parlıyor Cumhuriyet gençleri bayrak açmış bekliyor Arş arş arş ileri ileri arş ileri Marş ileri dönmez geri Türk’ün askeri Sağdan sola soldan sağa al da bayrağın düşman üstüne!

Şafak Bey’e hem bu güzel ve insanı tarihimizin derinliklerine sürükleyen tur için, hem de silahlar hakkında verdiği enteresan bilgiler için teşekkür ettikten sonra müzeden ayrılıyor ve bu nadide koleksiyonun hızla büyümesini temenni ediyoruz!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here